Yazmaya epeyce ara verdim. Elim bir türlü kaleme gitmedi. Kaleme gitse de bir şey fark etmezdi. Çünkü aklıma gelen kelimeleri cümle olmadan zihnimin derinliklerine hapsettim. Kendimi de, yağmur sularına salınıvermiş mahalle mahalle gezen kâğıttan gemi gibi hayatın akışına bıraktım. Eh geminin dümeni yağmur sularının idaresinde olunca bol bol kitap okuma fırsatı buldum. O hikâyeden, o hikâyeye savruldum. Hepsinde ayrı lezzet, ayrı dersle karşılaştım. Yazanlara, yazarlara hayran kaldım. Okuduğum kitapları başkaları da okusun ki hasbihal edebileyim istedim. Sosyal medyada paylaştım. Paylaştığın kitabı alıp okudum diyen çıkmadı. Bu sebepten ötürü okuduğum kitaplarla ilgili ayrıntıya girmeden kısa notları bir de burada paylaşayım istedim.

Kitabın arka yüzünde “İnsanın insana olan ihtiyacı dışında her şey hikâye” yazıyordu. Bu kitabı sırf tırnak içindeki bu yazının altını nasıl doldurmuş görmek için okudum (Bu kitap yazarın Doppler serisinin ikinci kitabı. Seri kitabı olduğunu bilmeden almıştım). Norveçli Erlend Loe’nın Yapı Kredi yayınlarından çıkan Volvo Kamyonları isimli kitabı İsveç’te üç kişi arasında geçiyor. Uyuşturucu kullanımı ve eşcinsellik satırlar arasına sıkıştırılmış. Birbirine zıt iki karakterin arasında sahip olduklarını –bunun içinde aile de var- geride bırakıp İsveç’e gelen birinin çıkmazlarını anlatıyor. Kitabın kahramanı Doppler’de hayatını geride bırakıp, yağmur sularına kendini bırakanlardan.

  • Doppler kendi sınırları, deneyimleri içinde esir kalmıştı ve bunların dışında kalan dünya onun için görünmez bir haldeydi. Hayatının ortasında bir adam. Üç çocuğu ve başarılı bir kariyeri ardına bırakıp son bir yılını ormanda geçirdi, şimdi de kendini yabancı bir ülkede buluverdi; –

Çıkmazlar, labirente atılmış fareler gibi insana yolunu kaybettiriyor.

Labirente atılmış fareler yazınca aklıma Tuba Dere’nin Sakin Kitap yayınevinden çıkan Uzaklara Giden Hükümdar isimli öykü kitabında yer alan Alacaklı Fareler hikâyesi geldi.

  • “Bu yol haritası yalnızca iyi derecede insanca bilen üç beş fare için hazırlanmış, ne iyi değil mi? Akılları sıra bizimle eğleniyorlar”

Tuba’nın üç bölüm ve 14 öyküden oluşan kitabını okurken iyi ki tanıma fırsatı bulmuşum, dedim. Tuba Dere ile 2023 Haziran’ında İnlice köyündeki masal kampında tanışmıştım. Anlatırken de, dinlerken de ona hep bir şarkı eşlik ediyor gibi bir ritim içindeydi. Kitabı da aynı ritim içinde birbirinden güzel şarkıların eşlik ettiği öyküler okumak ruhunuza iyi gelecek. Farelerin felsefik ve sosyolojik labirent araştırmasının sonuçlarını, bilim adamlarının şaşkınlığını kitabı okumadan bilemezsiniz.

Aynı kampta Günay Menekşe ile de tanıştım. Günay Menekşe’nin Tutikitap Yayınevinden çıkan Aşk Yolunda Masallar kitabı da yeni okuduğum kitaplar arasında. Kitabın Hazine bölümü;

HAZİNE

Bir hazine gizledim içine

Ben biliyorum

Sen bilmiyorsun

Var git şimdi dünyana

Yarı karanlıklarında

Onu bulacağın güne dek

Kan kendi yalanlarına,

dedi Tanrı.

Belki de O’nun hâlâ umudu vardı.

 

bu şiirle başlar. Menekşe içindeki hazineye ulaşmış, okuyucuları da ulaşsın istemiş. Kitabı okuyup bitirdiğinizde dingin, yolunu bulmuş bir nehir gibi hissedeceksiniz. Tam burayı okurken benim içimdeki hazineyi bulup bulmadığım aklınızdan geçebilir. Bende saklı.

Menekşe’nin yazdığı gibi yarı karanlık dünyanın karanlığında yitip giden yazarlardan olan Ryunosuke Akutagawa’nın Sel Yayıncılıktan çıkan kitabı Bir Budalanın Yaşamını okuyup bitirdiğimde bir insanın sadece 35 yıl süren ömrünü yazık etmesine tanık olmanın rahatsızlığını duydum. Çünkü biri yanı başımda ömrünü yazık etmekte. Özdeşleştirdim. Kitabın 105’inci sayfasında bulunan “Fakat on yıllık tecrübemden gördüm ki bana yakın insanlarla aynı koşullarda bulunmadığım sürece sözlerim, rüzgâra kapılmış bir şarkı gibi silinip gidiyor.” cümlesini okuduğumda ne kadar yerinde bir tespit olduğunu düşündüm. Defalarca bu durumla karşılaştım. Eğer eşit şartlarda değilsen sözlerin dikkate alınmıyor.

Ryunosuke Akutagawa’nın etkilendiği Natsume Soseki’nin okuduğum kitabı Pirinç Kuşu da Sel Yayıncılık’tan çıkmıştı. 11 yıllık yazarlık yaşamına 14 eser sığdıran bilim insanı Soseki’nin kendi sorumluluğundaki Pirinç Kuşu’nun bakımını başkalarına havale ederek ihmal etmişti. Pirinç Kuşu’nun ölümüne sebebiyet vermesine üzüldüm. İnsan, yaşama kendini öyle bir kaptırıyor ki; herhangi bir konuda aşırıya kaçmadan yaşamasını bilmiyor. Sanki yeryüzünde yaşamış ve yaşamakta olan herkesin bir yanı aşırı ve bu sayede de sanat eserleri, buluşlar ortaya çıkıyor.

  • Masama dönüp Miekichi’ye bir pusula yazdım. “Evdekiler yem vermediği için pirinç kuşu sonunda öldü. Zavallı bir hayvanı kafese koymak yetmezmiş gibi yemini verme görevini bile yerine getirmemek zalimliğin daniskası,” şeklinde bir şikayetti.

Bahsettiğim ve sonraki yazılarımda bahsedeceğim yazarların eserlerinde çıktığım yolculuğun yanında var olan kendi hikâyem de vardı. Tebdil-i mekânda ferahlık vardır diyerek başka bir eve taşındık. Ev değişince komşular, mahalle, pencereden görünenlerin dışında sesler, kokular da değişiyor. Tabii ki yaş ilerledikçe değişimleri hayatına kabul etmek de zorlaşıyor. Kitaplar yaşadığım değişimleri kabul etmemi kolaylaştırmasının yanı sıra beni yağmur sularına kapılıp mahalle mahalle gezen kâğıttan geminin kaptanı yapıverdi. Her geçilen mahallede karşılaşılan yeni öyküler hapsolan kelimelerimi özgürleştirdi.

Bahsetmek istediğim daha çok kitap var. Mesela iki Japon yazarın kitabı ve Japon Çocuk Öyküleri var. Sonra bir Nijeryalı, bir Norveçli, bir Fransız, bir Alman, bir Türk yazarın kitapları var.

Kitapları seviyorsanız, bir sonraki yazımı bekleyin.

 

Sevgiler

Ayşegül Ekşi • 12/05/2025

 

 

About the Author: Ayşegül EKŞİ

Leave A Comment