Hayatınıza bir kuşu dâhil ettiğiniz andan itibaren hayata bakışınızın değişeceğine garanti veriyorum. Gökyüzündeki uçuşlarını hayranlıkla izlediğimiz ve bizlere ilham olan kuşların, bizim hayata bakışımızı da değiştirecek kadar güçlü olduklarını öğrendiğinizde hayranlığınız artacak.
Hepsinin ayrı karakteri, ayrı özellikleri var. Çeşitlilikleri, uyum sağlama becerileri muazzam. Masallara, şiirlere, romanlara konu olacak kadar romantik oldukları gibi, ufacık cüsseleriyle göç yollarında binlerce kilometre rüzgâra, yağmura, fırtınalara göğüs gerecek kadar da cesur ve dayanıklılar. Aynı zamanda bir o kadar da narinler. Daha birçok özelliği olan bu canlıları Fransız kuş bilimci Philippe J. Dubois ve filozof Élise Rousseau’ın birlikte yazdığı ve çevirisini Murat Erşen’in yaptığı Kuşların Felsefesi kitabını okuduğunuzda daha yakından tanıma fırsatı bulacaksınız.
Aslında kuşlara özel ilgim yoktu. Kedileri kendime daha yakın bulsam da tüylü dostlarımızın hepsini severim. Aslında hayvan severim. Hiçbir hayvana -sivrisinek, böcek dahil- bile isteye zarar vermeme gayretindeyim.
Taşra da olsa şehir çocuğuyum. Köyde hayvanlarla büyümedim. Aslında köyle de hiç bağlantım olmadı desem yeridir. Yılda bir iki defa günü birlik halamlara giderdik, o kadar. Benim çocukluğumda, diğer şehir çocuklarının yaptığı gibi bizde pazardan civciv alıp evin balkonunda büyütürdük. Nedense çevrenin en şımarık horoz ve tavukları bizim evde olurdu. Çünkü her gün hepsine tek tek sarılır, okşar, ellerimizle beslerdik. Büyüdüklerinde de babam onları bizim gözyaşlarımız eşliğinde evden götürür ve başkalarına verirdi. Küçük olduğumuzdan biz onların daha iyi şartlarda, kırlarda özgürce yaşadıklarını sanırdık. Herhalde alanlar kesip afiyetle yiyorlardı.
Besleyip, büyüttüğümüz o tavuk ve horozların içinde hatırlarımızda kalıcı yer edinmiş bembeyaz, sağlıklı, asil yürüyüşlü, havalı bir horozumuz vardı. Gerçekten güzel horozdu! Her sabah dışarı çıkarırdık. Tüm gün sokaklarda dolaşır, akşama doğru evin kapısına gelirdi. Kapının önünde ötmeye başlayınca, koşa koşa aşağıya iner kapıyı açardık. İçeri girdiği gibi doğruca bodrumdaki yerine inerdi.
Bir gün; bizim horoz dışarıda dolaşırken komşunun oğlunu yarım ekmeğin arasında domates peynir yerken görmüş. Bizden alışık olduğundan ekmeğe ortak olmak istemiş. Çocukcağız üzerine koşarak gelen horozu görünce tabanları yağlayıp kaçmaya başlamış. Çocuk önde, horoz arkada koşarken çocuk yere düşmüş. Horoz da bu fırsatı kaçırmayıp ekmeği tırtıklamaya başlamış. Çocuğun babası da bunu görünce eline kocaman bir tuğla ile horozun peşine düşer. Bu sefer horoz önde, çocuğun babası arkada bizim kapıya doğru koşmaya başlamışlar. Bizim bu durumdan haberimiz yok. Bağırış seslerini duyunca annem hemen aşağıya inmemi söyledi. Koşarak aşağıya indim ve dış kapıyı açar açmaz horoz şimşek hızıyla içeri girdi. Komşu amcayı elinde koca tuğlayla “O horozu öldüreceğim” naraları atarak üzerime doğru geldiğini görünce dış kapıyı hızla kapattım, ben de içeriye kaçtım. Daha sonra annem ile babam çocuğun ailesiyle konuştular ve özür dilediler. Olan bizim horoza oldu.
Ertesi sabah gözyaşlarımıza rağmen horoz evden gitti. Babam tanıdığı bir köylüye vermiş. Horozumuzun tek suçu her çocuğu bizim gibi bilmesiydi ve birazcık obur olmasıydı! Biz de o günden sonra bir daha tavuk ya da horoz beslemedik.
Horozun evden gitmesiyle uçan, uçamayan kanatlılarla aramıza epeyce mesafe girdi. Ta ki, Ebabil kuşu ile parkta tanışmamıza kadar. Tam tarihi hatırlamasam da, yanılmıyorsam 2020 yılının bahar aylarıydı. Bir Pazar günü annemle Aydın Nevzat Biçer Parkı’na yürüyüşe gitmiştik. Oturduğumuz duvarın kenarında yerde debelenen bir kuş gördük. Simsiyah, kocaman gözbebekleri olan gözlere sahip bir kuştu. Uçamıyordu ve çevrede dolaşan kedilere her an yem olabilirdi. Bu duruma doğanın kanunu bu diyerek kayıtsız kalamazdık. Önce bir ağaca koymayı denedim ama bir türlü ağaca tutunamadı. Başına su döktüm, su içirmeye çalıştım. Başaramadım. Epeyce başında bekledikten sonra eve götürmeye karar verdik. O kadar ürkek ve savunmasızdı ki, içimiz acıdı. Yardım etmek istiyorduk ama ne yapacağımızı da bilmiyorduk. Evde biraz su içirebildim. Pazar günü olması sebebiyle de Tarım ve Orman Bakanlığı İl Müdürlüğü Veteriner Hizmetleri’ne ulaşamadık. Belediye Veteriner Hizmetleri de “Pazartesi sabahı getirin” deyince elimiz kolumuz bağlı öylece sabahı beklemekten başka çaremiz kalmamıştı. Pazarı Pazartesiye bağlayan gece 2-3 sularında ömrü vefa etmedi. Afrika’dan yola çıkıp, yaklaşık 12 bin kilometre yol yaptıktan sonra bizim evde son nefesini verdi. O kuşu yaşatamamış olmak içimizde ince bir yaradır…
Ebabil kuşunu yaşatamadık ama o bize Tanrı misafiri gönderdi. 2020 yılının Aralık ayında, 4-5 yıldır iki kat üstümüzdeki komşumuzda yaşayan ve varlığından hiç haberimiz olmayan Boncuk ismindeki dişi muhabbet kuşu kedi mağduriyeti nedeniyle tanrı misafiri olarak bizim eve taşındı. Bir süre bize ve yeni evine alışamadı. Birbirimize zaman tanıdık. Zaman geçtikçe aramızda güven inşa edebildik. Aralık 2020 ile Nisan 2024 tarihleri arasında evin neşesi, yaramaz çocuğu oldu. Komşunun kızı bize erkek demişti. Kısa bir süre sonra fark ettik ki dişi. Tam 16 yumurta yaptı! Yumurtaların bir ikisi kazara kırıldı. Geri kalan yumurtaları Boncuğumun birkaç tüyüyle birlikte bir kabın içinde sakladık.
Güzel kızım, bal bademim bizim evde özgürdü. Kafese yem yemek ya da su içmek için giriyordu. Pandemideki sokağa çıkma yasağı olduğu dönemde hastalandı. İki gün boyunca başında bekledim. Evdeki antibiyotiklerden minimalize edilmiş ve seyreltilmiş tedavi uyguladım (Veteriner tavsiyesi ile). O hastalık aramızdaki bağı daha da kuvvetlendirdi. Ben ve annem covid olduğumuzda üç gün hastanede yatmamız gerekti o üç gün boyunca Boncuk bizi balkon kapısının kolunda beklemiş. Eve geldiğimizdeki sevincini ve şımarıklıklarını görmeliydiniz. Öyle tatlıydı ki, onu hatırladığım her an yüzümde kocaman bir gülümseme yerleşiyor.
Bal badem kızımla oyunlar oynardık. En sevdiği oyunlarımızın ismi “koş koş”, “yakaladım yakaladım”dı. Biberi, taze fasulyeyi, börülceyi, kereviz, enginarı severdi. Aslında yemeyi çok severdi. Elma, ayva, armudu asla tek başınıza yiyemezdiniz. Mutlaka hakkını almaya gelirdi! Elinin üstüne konar, bir ben ısırırdım, bir o. En sevdiği öğünü sabah kahvaltısıydı. Sabah buzdolabından çıkardığım kesiğin (çökelek) minik tabağına konmasını heyecanla beklerdi. Pencereden dışarıyı seyretmeyi çok severdi. Dışarıda özgürce uçan kuşları seyrederdi.
Son zamanlarında eczaneye vitaminini almaya giderken yolda bana bisiklet çarptı, henüz ilacı alamamıştım. Düştüğümde kafamı taşa vurdum, kaşım açıldı. Çevredekileri kanı durdurmaya çalışırken, ben bana çarpan çocuklardan eczaneye gitmelerini rica ettim. Gençlerden biri fırladı, ilacı aldı, geldi. Ambulansla giderken Boncuğun ilacını da elimde sıkı sıkı tutuyordum. Yokluğuna hâlâ alışamadım, çok özlüyorum. Videolarıyla hasret gideriyorum. Gerçek, damıtılmış sevgiyi bana yaşattığı için ona minnettarım.
Dünyanın bir ucundaki anavatanından koparılmış ve sağlıksız koşullarda üretilip satılan bu minik, tatlı kuşların esaret altındaki hayatlarına her zaman üzülürüm. O yüzden bizim evde Boncuğun kafes kapısı hiç kapatılmadı. Dışarıda yaşam şansı olmadığını bildiğimden gerçek özgürlüğüne kavuşturamadım. Umarım cennetin gökyüzünde özgürce uçuyordur.
Boncuk’la ilgili sayfalar dolusunca yazabilirim.
Biliyor musunuz? Boncuk da bizim hayatımıza Tanrı misafirleri hediye etti. Yazlığın verandasındaki terk edilmiş yuvaya kırlangıçlar tekrar gelmeye başladı.
Yüksek zekâları ve etkileyici yuva yapma becerileriyle tanınan kırlangıçlar; sadakat, yeni başlangıçlar, özgürlük ve umudu sembolize ediyormuş. Onlarla ilgili araştırırsanız epeyce bilgi edinebilirsiniz. Kırlangıçlar her dönemde insanların ilgisini çekmişler. Bizim kırlangıçlar yuvalarını epeyce büyüttüler. Kırlangıç dünyasının villası desek yeri! İçi de rahat olmalı ki, ikinci posta yavruladılar. Sabah erkenden yuvadan ayrılıyorlar. Akşam olunca bir telaş, bir telaş… Yuvaya girdin, giremedin… Yavrular ancak üç, dört denemeden sonra yuvaya girebiliyorlar. Hepsi yuvaya girdi mi biz de rahatlıyoruz. Akşamları onları rahatsız etmemek adına verandanın ışığını açmıyor, yüksek sesle de konuşmuyoruz. Ola ki bazen sesimiz yükselirse hemen içeriden sesleniyorlar. Biz de sesimizi alçaltıyoruz. Yakında gidecek olmalarına da üzülüyoruz. Her yıl sağlıklı olarak geri dönsünler, evimize ötüşleriyle neşe katsınlar istiyoruz.
Hayatımıza giren kuşlardan neler neler öğrenmedim ki; bunları tek tek anlatmayacağım. Sizlere kuşların beyinlerini küçümsemeyin derim. Çünkü ne kadar akıllı olduklarına şahit oldum.
Bunun dışında sizlere en önemli gözlemimi anlatayım.
Kırlangıçlarla olan yakınlığım süresince eşlerin yuvayı birlikte yaptıklarına şahit oldum. Kuluçkaya nöbetleşe yatıyorlar, yumurtadan çıktıklarında yavruları birlikte besliyorlar. İlk uçuş, avlanma ve uzun göç yolculuğuna hazırlama eğitimlerini de birlikte veriyorlar.
Onları gözlemlerken, erkek kırlangıcın, dişi kırlangıca “bu erkek işi, sen yuvada otur” dediğini hiç duymadım.
Erkek kırlangıcın, dişi kırlangıca “ötme, diğer erkek kuşlar duyar, haramdır” dediğini hiç duymadım.
Erkek kırlangıcın dişi kırlangıcı kıskandığına, tek bir kanat fiskesi vurduğuna şahit olmadım. Yaradan onları cinsleriyle eşit yarattıysa, biz insanları da eşit yaratmış olmalı. Kadın ile erkek arasında bunca eşitsizliğin nasıl ortaya çıktığını sorgulamak gerekiyor.
Yazıyı buraya kadar okuduysanız, başınızı gökyüzüne çevirin ve kuşları seyredin. Dilerim ki, içlerinden biri size Tanrı misafiri olsun. Hayatınız değişsin.
Sevgiler
Ayşegül Ekşi • 04/09/2024
Güzel ve etkileyici bir yazı!
Emeğinize sağlık
Yazından kuşlardan öğreneceğimiz ne çok şey var, onu daha iyi anladım, güzel anlatım emeğine sağlık