Konuşma bağımlısı insanların sayısı hızla artıyor. Karşısında darlayacak biri yoksa telefonla yer ve zaman gözetmeksizin dur durak bilmeden konuşan insanların, bir de başkalarını çok konuşmakla suçlamaları psikolojik bir durumu işaret ediyor olsa gerek.
Onlar saatlerce anlatırlar. Yaradan onların içlerine kelime kuyusu eklemiştir. Dipsiz kuyudan fışkıran kelimeler aralarında boşluk bırakmadan sözcüklere dönüşür ve dinleyici esirlerin kulaklarından girer ama hafızada yer etmeden beyinlerinin kıvrımlarında kaybolup giderler. Bu kaçınılmazdır. Gönüllü esir bile olsa insan onca saat dikkatini dinlemeye veremez.
Geçen gün konuşma bağımlısı biriyle hastane koridorunda karşılaştım. Önümde birini yakalamış, anlatıyordu. Kaç yıllık evli olduğunu, evlendikten on yıl sonra bir kızı olduğunu, kızının yaşını, onunla aynı yıl evlenen bilmem kimin oğlunun yaşını, panik ataklarını, annesinin sağlığını bir çırpıda anlattı. Dinleyen kendine oturacak yer bulunca hemen kaçtı. Konuşma bağımlısı öylece kalakaldı. İlk şoku atlatır atlatmaz hemen kendine yeni esir arayışına geçti. Bir an göz göze geldik. İçim ürperdi, kalp ritmim hızlandı. Derhal gözlerimi kaçırdım. O etrafı taramaya devam etti ve kendine yeni dinleyici buldu. Arkasında kalan birinin omuzuna dokundu ve konuşmaya başladı. Neyse ki, fazla uzun süre geçmeden ismi anons edildi. Artık darlanma sırası psikiyatri doktoruna gelmişti. O sırada benim de dikkatim henüz birkaç günlük olan bir bebeğe kaydı.
Sıradan insanların konuşma hastalıklarının etkisi sadece kendilerini ve esir aldıklarını kapsıyor. Oysa herhangi bir kurumun, şehrin, ülkenin yönetiminde bulunanların ölçüp tartmadan olur olmaz, bazen de bilinçli olarak yapılan konuşmaları, daha sonra toplumun sıkıntısına dönüşüyor. Bu sıkıntılar çoğunlukla toplum üzerinde geri dönülmez hasarlar bırakıyor. Toplum yavaş yavaş biriken bunca anlamlı-anlamsız söz yığını altında sıkışıp kalıyor.
Bir de konuşma bağımlılarının tam tersi konuşmayanlar var. Sanırsın sessizlik yemini etmişler. Konuş dersin “ne anlatayım” derler. Kelimeleri de sırları gibi içlerindeki kuyuda saklarlar ve genelde konuşanların gönüllü esiri olurlar. Dünya üzerindeki her şeyde olduğu üzere tıpkı gece ile gündüz gibi birbirlerini zıttıyla tamamlarlar.
Aslında bizim dilimizde konuş-ma kelimesi kendi içinde zıtlık, ikilik barındırır. Sesteki vurgu, bir anda anlamını değiştiverir. Biliyoruz ki; ikilik olmadan bire, birliğe ulaşmak mümkün değildir. Zıtlıklarımızın farkına varıp, onlarla yaşamayı öğrendiğimizde kendimizi ve toplumu koruyabiliriz. Sonunda konu gelip hoşgörüye dayanıyor. Sessizlik yemini edenlerin konuşmamayı abarttığı gibi hoşgörüyü de abartmayalım.
Hırsızın uğursuzun, dolandırıcıların, basiretsiz patronların, kadın katillerinin, çocuk istismarcılarının, işçi sömürüsünün, terörün, uyuşturucu baronlarının, mafyanın esiri olmayalım. Onlara gösterilen hoşgörü toplumu uçurumun kenarına getirir.
Toplum olarak yerinde ve zamanında konuştuğumuz günlerimiz olsun.
İnanın uçurum kenarları tehlikeli.
Sevgiler
Ayşegül Ekşi • 20/09/2024