Resim yeteneğimin keşfedilmesi, lise birinci sınıfta okulumuza yeni atanan sanat öğretmenim sayesinde oldu. O güne kadar, resim derslerinden tam not alan, sıradan bir öğrenci olmaktan öteye geçmemiştim. Aslında, sınıftaki diğer arkadaşlarım da genellikle tam puan alırlardı. Öğretmen çoğunlukla bir konu verir, biz de resim kâğıtlarımızı kuru kalemlerimiz ya da pastel boyalarımızla o konuya uygun şekilde doldururduk. Bazen de müdür derse girer, sesi güzel olan bir öğrenci şarkı söylerdi. Resim dersi, doğrusu pek de ciddiye alınan bir ders değildi.

İlk resim performansım hâlâ aklıma geldikçe beni güldürür. İlkokul ikinci ya da üçüncü sınıftaydım; öğretmenimiz bir manzara çizin demişti. Herkesin çiçekler, ağaçlar çizeceğini tahmin ettiğim için, farklı bir şey yapmak istemiştim. O günlerde köyümüzde şahit olduğum bir cenaze töreni zihnime kazınmıştı, ben de onu çizdim: Bir cami, cenaze namazına durmuş kalabalık bir topluluk, bir yanda ağlayan kadınlar, ölü yıkamak için hazırlanan harlı ateşin üstündeki kazanda fokurdayan su ve gömülmek için bekleyen tabut.

Öğretmenim, çizimime gözleri dehşet içinde bakıp, “Bu ne?” diye bağırmıştı. Ben ise gayet gururlu bir ifadeyle çizdiğim cenaze sahnesini anlatmaya koyulmuştum. Öğretmenim anne ve babamı aradı mı, doğrusu hatırlamıyorum; ancak bana, “Çok güzel çizmişsin ama çiçekler, ağaçlar, kuşlar çizsene,” demişti.

Liseye kadar, kimi zaman çiçek, kimi zaman manzara çizerek; çoğunlukla da çizimi pek iyi olmayan arkadaşlarıma yardım ederek, haftada sadece bir saat olan resim derslerinde en güzel hisleri yaşadım.

 

 

Trabzon Of Lisesi Şehit Ahmet Türkkan Lisesi birinci sınıftayken okulumuza ilk kez gerçek bir resim öğretmeni atandı. Sanat öğretmeni olmanın farkını daha ilk derste hissettirdi. Sınıfa kocaman kataloglarla girdi; ünlü ressamların hayatlarını ve eserlerini anlatan bu ansiklopediler, beni büyülemişti. O kitaplarla ömrümün geri kalanını rahatlıkla geçirebilirdim.

Öğretmenimiz bize ilk olarak mürekkep çalışmaları yaptırdı. Dersin sonunda yaptığım çalışmayı eline alıp uzun uzun seyretti. Biraz geri çekildi, eseri uzağa yerleştirip tekrar izledi, gözlerini kısarak. Sonunda bana dönüp “Çok yeteneklisin” dedi. Şaşkınlık içindeydim, çünkü yaptığım siyah-beyaz çalışma, bize sanat ansiklopedisinde gösterdiği eserlerle hiç ilgisi olmayan basit bir şeydi. Ama öğretmenim çok ciddi bir insandı ve benimle dalga geçmeyeceğini biliyordum.

 

 

Ertesi hafta, dersin sonunda beni öğretmenler odasına çağırdı. Elime 30×40 ebatında boş bir tuval, küçük bir yağlı boya seti ve bir manzara kartpostalı verdi. Kartpostaldaki manzarayı evde tuvale resmetmemi istedi. Bu, yağlı boyayla yaptığım ilk çalışmaydı. Kuru boya ya da pastelden çok farklıydı, hatta biraz sulu boyayı andırıyordu. Ödevimi büyük bir heyecanla tamamladım ama bir türlü kurumayan bu çalışmam pek hoşuma gitmemişti. Yine de ertesi gün öğretmenime götürdüm.

Her zamanki gibi tabloyu masasının üstüne koydu, birkaç adım geriye çekilip uzun uzun izlemeye başladı. Ben de onunla birlikte izliyordum. Gözlerini ara ara kısıyor, eserin her detayını inceliyordu. Nihayet, “Çok yeteneklisin, boşlukları çok güzel kullanmışsın,” dedi. Olumsuz bir eleştiri beklerken bu övgü beni oldukça heyecanlandırdı. Sonra bana bu kez 50×70 cm boyutunda boş bir tuval verdi ve “Buna da istediğini resmet,” dedi.

İşte böylece resim yapmaya başladım. Lise hayatım boyunca sürekli resim yaptım. Öğretmenimiz bize sadece resim yapmayı değil, tuvalin nasıl yapılacağını, çıtaların nasıl çakılacağını, üzerine ne sürüleceğini de öğretti. Ünlü sanatçıların tekniklerini tek tek inceledik, her detayı öğrendik. Gerçekten bir sanat öğretmeninden fazlasıydı; harika bir insandı. Dönem sonunda ise sergiler düzenledik, eserlerimizi sergiledik. Bu süreç, benim için unutulmaz bir yolculuğun başlangıcı oldu. Ama sadece bir başlangıç…

Babam, Of’tan Trabzon’a gittiğinde, cebinde yağlı boya tüpleriyle döner ve bana sürpriz yapardı. En çok kullandığım beyaz yağlı boyadan her seferinde iki-üç tüp getirir, yanına mutlaka bir de sarı boya eklerdi. İlk tablolarımdan birini hâlâ canlı bir şekilde hatırlıyorum: Karla kaplı dağların eteğinde, çam ormanının kenarında küçük bir ev, çiçeklerle dolu bir tarla ve toprak yola taşmış kırmızı çiçekler… Yolun sonunda ise masmavi bir göl vardı. Bu tablo, sadece benim değil, tüm komşuların da beğenisini kazandı. Öyle ki, adeta seri üretime geçtim ve tablolarım mahalledeki herkesin evinin başköşesine yerleşti.

 

 

Lise son sınıfa geldiğimde, üniversite sınavına hazırlanmakla meşguldüm. Maalesef, okuduğum lise üniversiteye öğrenci yerleştirmede pek başarılı değildi. O dönemde Of’ta dershane de yoktu, bu yüzden sınav hazırlığını kendi çabalarımızla yapmak zorundaydık. Ben lisenin birincisiydim ve yönetmeliklere göre bir üniversiteye yerleştirileceğim kesindi. Ancak hangi üniversiteye gideceğime dair bir fikrim yoktu.

Sanat öğretmenim, bir gün bana üniversiteyle ilgili ne düşündüğümü sordu. “Bilmiyorum, babam bilir,” diye yanıtladım. O zamanlar, kızların üniversiteye gitme şansı oldukça düşüktü. Yıl sonunda düzenlenen resim sergimizde, öğretmenim babamla konuşma fırsatı buldu. Babama, “Bu kız resim sanatı okumalı,” dedi. Babam ise hemen itiraz etti: “Olur mu, benim kızım profesör olacak.” Öğretmenim de ısrarla, “Resim alanında da profesör olabilir,” dedi. Babam pek ilgilenmedi ama o söz hâlâ kulaklarımda yankılanır.

Şimdi emekli bir profesörüm. Profesörlük unvanımı Eğitim Bilimleri alanında aldım. Bununla da kalmadı; emekli bir milletvekili, emekli bir bakan yardımcısı ve emekli bir büyükelçiyim. Kariyerim oldukça renkli ve değerli oldu. Ne var ki resim yapmak için pek vaktim olmadı. Ancak her yıl en az bir ya da iki tablo yapmayı başardım. Hep emekliliği bekledim; resme daha fazla zaman ayırabileceğim günlerin hayalini kurdum. Nihayet o günler geldi. Şimdi her gün resim yapıyorum, sanki kaybettiğim yılları telafi etmek için. Bir süreliğine dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Cenevre’de yaşayacağım. İlham kaynağı olabilecek her şey burada var.

 

 

Çoğunlukla çiçekleri resmetmeyi tercih ediyorum; çiçekler beni her zaman büyülemiştir, adeta birer mucize gibiler. Tablolarımı maliyetine satıyorum, çünkü sanatın herkes tarafından erişilebilir olmasına inanıyorum. Bazı galeriler, fiyatlarımın düşük olduğunu söyleyerek onları artırmamı istiyorlar, ancak bu benim felsefeme ters.

 

 

Tüm çalışmalarımı kendi web sitemde yayınlıyorum. Genellikle eserlerimi Facebook gibi platformlarda paylaşıyorum ve birkaç gün içinde alıcıları çıkıyor. Tablolarımı asıp fotoğraflarını bana gönderdiklerinde çok mutlu oluyorum. Tablolarımın evlere şans ve mutluluk getireceğine inanıyorum.

Sevgilerimle,

10.10.2024 • Aşkın Asan

About the Author: Aşkın Asan

Leave A Comment